Yaratılmış tüm âlemlerde olduğu gibi dünyada oldukça farklı bir âlem. Her şeyin rengi ve karmaşası da kendi bilinmezliği içinde saklanmış. Zıtlar birbiriyle yarış ve savaş içinde. Her bir rengin görevi de kendince değil midir? Kimisi göz zevkimizin tatmini için rahatlatma görevini üstlenmiş. Kimisi tabiata dekor vermiş, kimisi boya için harikulade mucizeler olmuş. Körlük içinde kalmaksızın bakmasını bilenler her renkten ayrı bir mana çıkarabilirler. Peki, hayatı renksiz düşünelim bir anlığına. Işığımız olmasaydı, renkler kendini yansıtmasaydı. Her şey tek renk olsaydı. Çekilir miydi dünya? İyi ki gök kuşağının tüm renkleri var kâinatta.
İnsanlarda tıpkı renklere benzemiyorlar mı? Çeşit çeşit, renk renk, mizaç mizaç, farklı farklı. Duyguda farklı, düşünce de farklı. Ne zamanki onları değiştirmeye zorladığımızda kendisi olmaktan çıkıp başka bir şey olurlar. İşte o zaman bütün renkler bir anda solar. Oysa her renk kendi mecrasında ve doğasında güzeldir. Renklere tepkiler veririz. Duygusal ve görsel anlamlar yükleriz. Renklerle bir bağ ve ortak dil kurarız. Giydiğimiz elbiseler üzerinden renksel mesajlar veririz. Bir uyum yakalamaya çalışırız. Neden? Çünkü üzerimizde bıraktığı ya da diğer insanlarda bırakacağı etki söz konusudur da ondan. Olumlu ya da negatif duruşumuzda da renklerin payı vardır. Nitekim herkesin beğenisinde favori bir rengi yok mudur?
Renk bilimci değiliz pek tabii ki. Ancak, bilsek de bilmesek de renklerin üzerimizde bir etkisi olduğu muhakkaktır. Evet, renkler insanın göz estetiğinde olduğu kadar psikolojileri üzerinde de ektiler bırakır. Tabii ki rengi seçmek için görme yetimizin ne büyük nimet olduğu da ortadadır. Boşuna dememiş eskiler; “Deryada yüzerler mâyı bilmezler.” diye. Renk uyumu ise insanların görme yetisindeki uyumlandırma eylemidir. Bu yüzden renk algıları farklılık arz eder insanlarda. Sınırsız bir renk dünyamız vardır. Bazen çok duygulu, bazen fizyolojik etki uyandıran, kimi zaman da gri kalır iç rengimiz. Hayat tünelinin içinden geçerken uğradığımız duraklar ruh halimizin rengini bize ifade eder. Mutluysak tozpembe, mutsuzsak siyahidir davranışımızın rengi. Bedbin, bezgin ve bıkkın isek renksizlik üzerimizdeki baskın haldir. Ara renkler ise baskın halimizin yüzdeliğine göre şekil alır. Umutlarla başlayan yeni bir gün doğuşunun rengi şafak sarısıdır. Umudun kırıldığı yerler ise gün batımı kırmızı ya da solgun gri değil midir? Hüznün rengi limoni sarıyken, neşenin ki pembe mutluluğun ki ise mavi değil midir? Hâsılı anlara göre duygusal halimizin renkleri de değişkenlik arz eder. Renk kadar, açıklık ve koyuluğu, sıcaklığı ve soğukluğu, doygunluğu ve komşuluk renkleri ile tamamlayıcı renklere kadar hepsi de insana dair içselleşmiş sübjektif değerlerimizdendir…
İşte renklerden hareketle kendimize doğru yolculuğa çıkabiliriz. İyiliklerimizi beyaz ile kötülüğü de siyah ile simgelersek sonuç önemli bir fotoğrafı ele verir. İyi ile kötünün mücadelesinde hangi rengin ağır basmasını istiyorsa insan, o renge geçit veriyor. İyi olmak ve iyi kalmak için bedel ödemeyi göze almayanlar kolaycılığı tercih edip kararmaya mahkûm oluyorlar.
Renklerin tahtında oturan hangisi midir diyorsunuz? Pek tabi ki, taşıması zor, narin, nazik ve her yere yakışan renktir. İçimize ve dışımıza..! Bütün renkleri kirletmiş olmalıyız ki, büyük farkla birincilik her zaman beyazda…